İNLE GÖLÜ (Inle Lake, BURMA ya da MYANMAR)
Inle Gölü, bambu kazıklar üzerine inşa edilmiş köyleri, gölün üzerinde oluşturdukları tarlalarda tarım yapan köylüleri, yüzen pazarları, küçücük sandallarında sağ ayaklarıyla kürek çeken balıkçıları, ilginç tapınakları, göl üzerinde süregelen sıra dışı yaşamıyla alıştığımızın çok dışında, keyifli görüntülerle dolu farklı bir coğrafya.
Nyaungshwe, İnle Gölünün kuzey kıyılarına 3,5 kilometre uzaklıkta bir kasaba. Göle geçiş için bir atlama noktası olma özelliğini kasabanın içinden geçen geniş su kanalı sayesinde kazanmış. Kanal, gölün kuzeyindeki derelerin suyunu göle aktaran doğal bir nehir.
Tekrar üç yıl önce kaldığım, kanal kıyısındaki Gypsy Inn’e gidiyorum. Sahibi ikinci kez orayı tercih etmemden dolayı gurur ve sevinç dolu. Check-in sırasında hemen bitki çayı ve kızartılmış tatlı ikram ediyor.
Akşam saatlerinde kanal boyunca fotoğraf turuna çıkıyorum. O kadar çok enteresan fotoğraf kareleri var ki… İnce uzun teknelerin pervanelerinin suyu havalara doğru püskürtüşü, göldeki tekne turundan dönen yabancılar, serpme ile balık avlamaya çalışan balıkçılar, iskeleler üzerinde toplu halde kahkahalar atarak yıkanan kadınlar…
İnle Gölü’nde yapacağım tekne turu için tekneciyle sabah 07:30 diye sözleşmiştik. İlk önce, yabancıların İnle’ye giriş için ödemek zorunda olduğu üç dolarlık ücreti ödeyip biletimi alıyoruz.
Tekne (pirog), İnle’ye özgü, tik ağacından yapılmış, düz tabanlı, 15 metre boyunda ve oldukça dar bir tekne. Genişliği sadece bir metre ve tek bir insanın oturmasına imkan veriyor. Bu incecik bayanın tam ortasına konulan ahşap bir koltuk, yolcu için. Teknenin motoru, teknecinin oturacağı kıç bölümünün arkasında. Teknenin gerisinde de suya girip çıkabilen bir şaftın ucunda üçlü bir pervane yer alıyor. Motor çalışıp pervanesinin suya girişiyle öne doğru atılıp su kanalının ortasına doğru yöneliyoruz. Birden yüzüme çarpan rüzgarın serinliğiyle keyifleniyorum. Upuzun teknede tek başına olmak güzel bir duygu.
Solumuzda, kıyıya yanaşmış bir sıra domates yüklü tekne, yüklerinin kıyıdaki depolara alınmasını bekliyor. Geniş sepetlerdeki küçücük kıpkırmızı renkteki domateslerin görüntüsü oldukça hoş. Sağımızda ve solumuzda Nyaungshwe’nin devamı uzanıyor, ilerledikçe beton binaların yerini kazıklar üzerine yapılmış bambu evler alıyor, bir süre sonra seyrekleşip sona eriyorlar.
Kanal olarak adlandırılan bu bölüm aslında 20-30 metre genişliğinde doğal bir nehir. İnle’nin en önemli kaynağı, kuzeyindeki bu kanal aracılığıyla gelen üç-dört farklı küçük nehrin getirdiği su.
Kanalın bitip gölün başladığı noktadan itibaren mısır yetiştirilen tarla görüntüleri uzunca bir süre devam ediyor. Bambular, yaklaşık on metrelik bir mesafe oluşturacak şekilde çakılmış. Kanal boyunca bizim gördüklerimiz dikdörtgen şeklindeki tarlaların kısa kenarları içeri doğru yüz metreden fazla uzanıyor. Her tarla arasında da yaklaşık onar metrelik boşluklar, yani doğal su kanalları var.
Artık açık göl alanındayız. Her iki tarafımızda, uzaklarda üzerleri gri bulutlarla kaplı, yemyeşil tepeler var. Sıkça, karşımızdan gelen domates yüklü ya da yolcu taşıyan teknelerle karşılaşıyoruz.
Gölün ortasındaki hükümete ait (government resthouse) küçük konaklama yerinin biraz ilerisinde küçük bir Buda heykelinin bulunduğu bir sunak var. Altın sarısı renginde. Küçük bir merdivenle ulaşılıyor. Gölün masmavi sularının ortasında, insanı kendisine çeken bir görüntüsü var.
Ve ilk balıkçı ile karşılaşıyoruz. Tekneci, ne hissettiğimi anlamışçasına hemen yavaşlıyor. Oyma ağaçtan yapılmış, üç-dört metrelik, incecik bir teknesi var. Geniş hasır şapkalı balıkçı, teknenin önündeki küçük platformda oturmuş, sürekli suyu gözleyerek sakin sakin kürek çekiyor. Hemen arkasında, bir insan boyuna yaklaşan ebatta, uç kısmı oldukça sivri bir elipse benzeyen büyükçe balık sepeti var. Sessizce etrafında bir tur atarken fotoğraf makinem devamlı çalışıyor. O, göle konsantre olmuş bir şekilde, sakin sakin kürek çekmeye devam ediyor.
Sıra geliyor gölün bereketinin saklandığı asıl gerçeği keşfetmeye. Tarla adını verdiğimiz bu dar toprak şeritler gölün üzerinde nasıl oluşturuluyor ve bu toprağın dağılıp gitmesi nasıl engelleniyor sorusu, göl üzerindeki domates tarlalarını görür görmez her yabancının aklına gelen ilk şey olur. Gölün tabanında yetişen ve İnle’ye has bir tatlı su bitkisi var. Sığ yerlerde kolayca görülen bu bitki, yüzölçümü 22 x 10 kilometreye yaklaşan bu gölün tüm tabanını kaplamış durumda. Bu bitki, uzun bambu sırıklar yardımıyla dipten çıkartılıyor ve sonra da ince uzun teknelere çok düzgün bir şekilde istifleniyor. Yüzer tarlalar, tamamen göl tabanından toplanan çamur, bambu, kamışlar ve yosunlarla yaratılıyor. Önce tarla alanının çevresini belirleyecek bambu kamışlar bir sıra halinde dikiliyor. Sonra bambu kamışlarla çevrili havuz, gölün tabanından toplanan yosunlarla dolduruluyor. Daha sonra üzerleri çamurla sıva yapar gibi kaplanıp gübre ekleniyor.
İlerde yan yana üç-dört tekne görünce yavaşlıyoruz. Üzerleri yarı çıplak adamlar, ellerindeki uzun bambularla gölün dibinden yosun çıkartıyor. Etraflarında bir tur atıyoruz. Fotoğraf çekmem hoşlarına gidiyor. Gülümseyerek el sallıyorlar.
Gölün kuzeyinde sadece bir tane balıkçı teknesi görebilmiştik ama güneyindeki sazlıkların arasında en azından 5-10 tane balıkçı teknesi hemen göze çarpıyor. Hepsi de teknelerinde yalnız başınalar. Sakin sakin kürek çekerek sürekli suyu gözlüyorlar. Etraflarında sessizce dolaşıp fotoğraf çekmemden pek rahatsız olmuş görünmemeleri hoş. Burma halkının hoşgörülülüğü.
Sağımızdaki yeşillik alanda köyler, teker teker belirmeye başlıyor. Tekneci genç, ilk olarak “5-Day Market”a gideceğimizi söylüyor. Burma’ya ilk gelişimde, bunun beş günde bir kurulan pazar olduğunu zannetmek gibi bir yanılgıya düşmüş ve “bu insanlar şunu neden haftada bir ya da iki yapmazlar, böyle bir takvimde insan günleri şaşırır” diye düşünmekten kendini alıkoyamamıştım. İşin aslı tabi ki böyle değil. Gölün güneyindeki beş büyük yerleşimde her gün sırayla pazar kuruluyor ve bu nedenle “beş günde bir kurulan” anlamında “beş gün pazarı” adı verilmiş.
Her iki tarafı sazlıklarla kaplı geniş bir kanala doğru girerken tekne yavaşlıyor. Karşımızda yan yana yaslanıp kıyıya çekilmiş yüzlerce tekne var. Demek ki pazar yerine geldik. İşte karşıda bekleşen onlarca, bambu kamışı yüklü kağnı arabası ve küçük kanalın sağında sıra sıra dizilmiş sundurmalar. Yanaşacak hiç bir açıklık yok. Yavaşlıyor ve duruyoruz. Tekneden tekneye geçerek kıyıya iniyorum.
Gelenleri ilk karşılayan, hediyelik eşya stantları. Göl halkının rağbet etmediği bu stantlar sadece yabancı turistler için. Sayıları üç yıl öncesine göre o kadar çok ki. Çeşitli heykelcikler, tespihler, kolyeler, bilezikler, yüzükler, katlanan ince bambu ağaçlara yapılmış resimler, yazılar. Şimdilik bu tuzaklara düşmeden, fotoğraf makinamla birlikte pazar yerinin akışına kapılıp kendimi unutturmaya çalışıyorum.
Satıcı kadınlar farklı farklı etnik gruplardan. Pa-o kadınları en çok dikkatimi çekenler. Kalın siyah kumaştan yapılmış, uzun kollu, geniş cepli yelek tarzı bir üst giysi ve geniş pantolonlar giyiyorlar. Üzerinde siyah çizgiler olan portakal renkli başlıkları var. Bunu öyle farklı sarıyorlar ki püskülleri başın üst kısmında toplanıyor. Dağlarda yaşıyorlar. Yüzleri oldukça esmer. Belli ki toprakla uğraşmaktan. Fotoğraf konusunda hoşgörülüler. Ama bu sefer bazılarının para istediklerini görüyorum. Bu kadar çok turist buraları keşfetmeye (!) gelirse ortaya çıkacak kaçınılmaz sonuç.
Güler yüzlü ve yaşlıca bir kadın, önündekileri işaret ediyor. İç kenarları naylonla kaplı büyükçe bir sepetin içinde lapa pilav (steamed rice) satıyor. Pilavı yaprak şeklinde büyükçe bir tahta mala yardımı ile ortasını çukurlaştırdığı geniş bir yaprağın içine koyuyor, sonra da yaprağı üç-dört kez katlayarak müşterisine veriyor. Hemen karşısında, büyükçe bir sundurmanın altında pazarın lokantalarından biri var. Tuğlalar yardımıyla yükseltilmiş bir metrelik bir kazanda çorba kaynıyor. Altındaki odun ateşinin dumanları etrafa yayılıyor. Biraz ötesinde de bir tencerede kızgın yağda tofu kızartılıyor.
Bir saatlik süre çabucak geçiyor. O kadar kalabalığa rağmen teknemi kolayca buluyorum. İnmeden önce işaret ettiği bölgede kendisine bir yer açmayı başarmış.
Gölün üzerindeki ve kıyılardaki köylerde 70.000 insan yaşıyor. Domates, bezelye, lahana, patlıcan, sarımsak, soğan, fasulye, patates, kavun, papaya ve muz gibi değişik sebze ve meyvelerle gölün kuzeyinde, özellikle Nyaungshwe civarındaki tarlalarda pirinç yetiştiriliyor. Bu ürünlerin büyük çoğunluğu yüzen adalar üzerindeki tarlalardan toplanmakta.
Göl kıyılarında kurulmuş 17 köyün asıl halkı İntalar. Bu grubun, Göl bölgesine Güney Burma’dan göç ettiği sanılmakta. Göl insanları çok çalışkan ve ellerinden neredeyse her iş geliyor.
Pazardan sonra gölün üzerine kurulmuş, Venedik misali köylerin evleri arasında dolaşıyoruz. Tüm evler kazıklar üzerine kurulu. Bulaşıklar, çamaşırlar hep evlerin iskelelerinde yıkanıyor. Tuvaletler de göle boşalıyor. Bizler için kabullenmesi oldukça zor bir olay. Ama buna karşın gölde herhangi bir kirlilik yok.
Hedefimiz, tamamen su üzerinde olmayan Inbawkon köyündeki ipek ve pamuk dokuma evleri. Ara kanaldan ayrılıp dar bir çıkmaz kanalın sonundaki merdivenlere yanaşıyoruz. Genç bir kız karşılayıp büyük tahta yapıyı dolaştırmaya başlıyor. Burası 15-20 tezgahın bulunduğu bir atölye. Çok renkli ipek eşarplar üretiyorlar. Gölde yetişen lotus çiçeklerinin gövdesinin içinden çıkardıkları uzun lifler kaynatılıp renklendiriliyor. Gerçi bir miktar ham ipek Çin’den de getiriliyormuş. Üst kata çıkarılıyorum. Komple tik ağacından yapılma atölyenin üst katı bir satış galerisi. Yöreye has kadınların giydiği kıyafetler satılıyor. Boyuna geçirilen eşarplar gerçekten güzel ama memleket fiyatlarının oldukça üstünde. Daha sonra sırada yarı değerli taşlardan çeşitli süs eşyaları ve gümüş takılar satılan bir atölye ev var. Gümüş işçiliği pek göz doldurmuyor.
Bir sonraki durağımız, teknecinin “black knife” dediği satırların üretildiği bir atölye. Ateşin üzerinde iyice kırmızılaşmış metal parçası örsün üzerine konuyor. Dört işçi, ellerindeki balyozla sırayla metali dövüyorlar. Müthiş bir senkronizasyonla işlerini büyük bir hızla gerçekleştiriyorlar.
Sıradaki yer, yöreye özgü sigarların yapıldığı bir atölye. Tekneyi yanaştırdığımız geniş merdivenleri çıkıp girdiğimiz atölye, aslında bir ev. Yaklaşık yirmi kadar genç kız ahşap döşemenin üzerine beşerli sırada oturmuş. Önlerindeki büyük tepside sigar yapımı için kullandıkları yeşil yapraklar ve içlerine doldurdukları malzemeler var. Hepsi işlerini büyük bir çabuklukla yapıyor. Sigarlarda çok az tütün kullanıldığı için etrafta o tanıdık, kurutulmuş tütün kokusu yok. Bu tür yerel sigar içme alışkanlığı olabilecek bir batılı bulabilmek belki binde bir olasılığa bile sahip değil.
Bu kadar ticariliğin sıkmaya başlamasını bir tapınak ziyareti ile aralıyoruz. Ywama’daki Phaung Daw U Paya, İnle’deki en büyük ve Şan Eyaletinin güneyindeki en kutsal budist tapınağı. Tapınağın geniş ibadet salonunun ortasında, sarı tüllerin arkasında beş küçük Buda heykeli var. Zaman içinde üzerlerine yapıştırılan altın yaprakların çokluğundan dolayı heykellerin formu oldukça değişmiş. Bu küçük heykellerin bulunduğu platforma sadece erkeklerin çıkmasına müsaade ediliyor. Küçük bir havuzdan alınan suyu heykellerin üzerine dökmek, ritüelin bir parçası.
Yemekten sonra kağıt şemsiye yapımını görmeye gidiyoruz. Bambu ağacının yaprak ve dalları uzunca bir süre kaynatılıyor. Sonra bir balyoz yardımıyla uzunca bir süre dövülüyor. İyice parçalanan lifler, bir su havuzunun içerisindeki yaklaşık 80×80 ebadındaki bir tel örgü üzerine güzelce serpiştiriliyor. Dikkatli bir şekilde bu küçük liflerin her noktaya yayılması sağlandıktan sonra kaldırılıp iki saat kadar kurumaya bırakılıyor. Kurutma işlemini müteakip ince tel örgü kafesinden yavaşça sıyrılarak alınıyor ve tamamen su geçirmeyen bir kağıt elde edilmiş oluyor. Bu özel kağıt, açma kapama düzeni de dahil tamamen bambudan yapılmış şemsiyelere dönüştürülüyor.
Göl, harika bir yer. Bir gölün nimetlerinden bu kadar yoğun biçimde yararlanıldığını ilk kez burada görüyorum. İnanılması güç ama gölde domates yetiştiriyorlar. Çok enteresan. Bunun nasıl yapıldığını ve sonuçlarını domates tarlalarını dolaşırken, daha doğrusu tekne ile gezerken daha iyi anlıyorum. Düzgün sıralar halindeki tarlalarda domates toplama işlemi yine teknelerle yapılıyor.
İnle Gölüne has enteresan şeylerden biri de, köylülerin ince uzun kayıklarını suda ilerletmek için kullandıkları küreği sağ ayakları ile çekmeleri yöntemi. Küçük teknenin en arkasında ayakta durarak hem önlerindeki engelleri kolayca görüyor, hem de daha kuvvetle küreğe yüklenebiliyorlar. Hareket, kendi içerisinde yarım dairelik burgular olan bir öteleme hareketi.
Son durağımız, bölgedeki en eski tapınaklardan biri olan Nga Phe Kyaung Tapınağı. Tekne ile yanaştığımız merdivenlerden içeriye giriyoruz. Büyükçe salonda değişik stillerde yapılmış Buda heykelleri yer alıyor. Oldukça eski bir tapınak. Buda heykellerinin ve etraflarındaki süsleme şekli bile çok farklı. Bir zamanlar oldukça görkemli oldukları açıkça belli oluyor.
Gezimiz burada bitiyor. Yavaş yavaş kuzeye, Nyaungshwe köyüne doğru yol almaya başlıyoruz. Yolda yine balıkçılar görünce genç tekneciye yavaşlamasını söylüyorum. Güneş altında tekrar tekrar fotoğraf çekiyorum.
Yaşam, İnle’de yüzyıllardır bu şekliyle devam ediyor. Biz batılılar için standartlarımızdan oldukça farklı bir yaşam. Belki de koskoca gezegenimizde bir benzerini göremeyeceğimiz bir yaşam şekli. Sadece burada, Inle’de…
Faruk BUDAK