Şimdiye kadar gidemediğimiz yerler var ama gidemeyeceğimiz hiçbir yer yok.

Yeter ki siz isteyin.

Lütfen Gitmek İstediğiniz Destinasyonu Girin

Sosyal Medya Hesaplarımız

TOP
Image Alt

KAHİRE / MISIR

KAHİRE / MISIR

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE UZANAN KÖPRÜDE ADIM ADIM 14 AY

ASYA – AFRİKA 2002 – 03

Sudan’ın en kuzeyindeki sadece haftanın iki günü yaşayan bir yerleşim olan Wadi Halfa’dan feribotla Mısır’a geçişimde kalmıştık. 35 saatlik tren yolculuğundan sonra haftada bir kez hareket eden ve iki ülke arasındaki tek geçiş yolu olan bu feribot yolculuğu öncesinde, yine oldukça kötü bir otelde -tabi buranın en iyilerinden biri- gecelemek zorunda kalıyorum. Neden iki gün yaşayan bir kasaba sorusu akla gelebilir. Mısır’dan gelen feribotla Sudan’ın başkenti Hartum’dan gelen tren aynı anda çölün ortasındaki bu kasabaya varıyorlar 24 saat sonra, her ikisi de ayrılıyor. Sonra yine kendi yalnızlığına bürünüyor Halfa.

Biletimi Hartum’dan almış olmama rağmen, Wadi Halfa’daki kadar bir gemiye binebilmek için bu kadar çok bürokratik işlemin yapıldığını ve olur olmaz paraların istendiği başka bir yerde görmedim bu gezide. İşlemlerim bitti diye zannedip İskele ve Gümrük Binasına geldiğimde de tekrar normal gümrük ve çıkış işlemleri için kuyruğa girmek zorunda kalıyordum.

İkinci mevki bilet alıp güvertede uyku tulumunda gecelemek gibi güzel bir ayrıcalık yerine, birinci sınıf kamara bileti alıp aynı kamarayı tanımadığım bir Mısırlının horultuları ile paylaşma lükssüzlüğünden sonra bu sefer de Mısır’ın Aswan limanında karaya çıkabilmek için 2,5 saat gemide beklemek zorunda kalıyorum altı yabancı ile beraber.

Nihayet Mısır’dayız. Otele yerleşme, para bozdurma gibi gelenekselleşmiş görevlerden sonra bir Çek, iki Alman vatandaşı ile sözleştiğimiz gibi Aswan’ın 5 yıldızlılarından birine günbatımını soğuk bir biranın eşliğinde yaşamaya gidiyoruz. Hepimiz hemfikiriz ki, gerçekten medeniyete geldik. Old Cataract Hotelin Orient Express’vari atmosferinde, yelkenlerini açmış felukaların Nil üzerinde bir kuğu gibi süzülüşünü ve hemen karşımızdaki Elephantine Adasının binlerce yıllık kalıntılarının arasından batan güneşi seyretmek, 35 saatlik yorucu tren yolculuğunu, Halfa’nın otellerini, yediğimiz kötü yemekleri ve bürokratik işkenceleri çabucak unutturup inanılmayacak derecede keyiflendiriyor bizleri. Gerçekten Tanrıya binlerce kez teşekkür ettiğim güzel bir mutluluk anıydı o anlar. 

Aswan’ın güneyindeki Abu Simbal Tapınağı, UNESCO Dünya Kültür Varlıkları Listesinde olan çok önemli bir yer. Sabahın 3ünde kalkarak uzun bir konvoy eşliğinde 270 kilometrelik yolu geçerek güneşin ilk ışıklarında tapınağı geziyorum. Gerçekten duvarlardaki Firavun kabartmaları ve heykeller muhteşem. Bu gezi sırasında Hurghada’daki tatil köylerinden birinde fitness hocalığı yapan İstanbullu Ozan ve Alman bayan arkadaşı ile karşılaşıyoruz. 

Çek vatandaşı Petr ile beraber dolaştığımız Aswan’daki yeni ve modern bir müze, Nubia Müzesi, Yukarı Mısır ile Sudan’ın kuzeyindeki bu bölgenin geçmişine ışık tutan güzel bir müze. 

Luksor, Mısır’daki ikinci durağım. Nil boyunca yer alan, aradaki Edfu, Kom Ombo gibi yerleri hem zamanımın azalması hem de 14üncü ayın başında artık iyice yorulmaya başladığımı hissettiğim için “bir başka sefere” deyip atlıyorum. Tabi burada da görülmesi gerekli yerlerden ikisi de Batı Sahilinde bulunan Krallar ve Kraliçeler Vadisindeki mezarlar. Aşırı izdiham, hava kirliliği ve mezar odalarında soluma ile bırakılan nemin etkileri gibi nedenlerle mezarlar gerçekten tehlikede. Koruma nedeniyle Kraliçe Nefertiti’nin mezarına sadece 150 kişinin girmesine müsaade ediliyormuş ama Alman turistlerle Fransızlar bilet yüzünden çok kötü bir kavga edince bu mezar da süresiz olarak kapatılmış.

Karnak Tapınaklarındaki Hipostyle Hall beni gerçekten büyülüyor. O kadar çok sütunun bir arada yarattığı muhteşem görsellik çok çok farklı.

Luksor’da Nil kenarındaki Luksor Tapınağını gezmeye niyetlendiğim ve güneşi Nil kenarında batırmaya niyetlendiğim bir akşamüstü, bir felukacının ısrarı ile tapınak gezme yerine Nil’de 7-8 metrelik bir yelkenliyle akşam sefasına (!) çıkıyorum. Kayıkçının demlediği enfes bir akşam çayı da gezinin tatlı sürprizi.

30 Nisan akşamı gezideki en önemli aşamalardan biri olan Kahire’ye ulaşıyorum ve bu olayı da 1 Mayıs günü sizlerle paylaşıyorum. Kahire’ye iner inmez daha ısınamamış Akdeniz havasının serinliğinde şifayı kapıp iki gün kadar nezle derdiyle uğraşmak zorunda kalıyorum. Kahire, “geceleri yaşayan bir şehir” yorumu doğru olacak. Belki de şehrin merkezinde kaldığım bölgenin bir alışveriş merkezi olması, Afrika’daki bir çok şehrin aksine, caddenin kalabalıklığını gece yarısından sonraya da taşıyor.

Daha Piramitleri ve müzeyi gezemeden hemen İskenderiye’ye uzanıp Dünya Kültür Varlıkları Listesindeki çok eski bir Hristiyan manastırı olan Abu Mina’yı ziyarete gidiyorum. Abu Mina kolay kolay unutamayacağım bir yer. Çünkü ne Kahire’nin ana Turizm Danışmasındakiler ne de İskenderiye’dekiler bu yerin tam olarak nerede olduğunu bilemiyorlar. Sonunda bir yerlere gidip fotoğraflarını çektim ama hala gittiğim yerin doğru bir yer olup olmadığını ben de bilemiyorum.

Tekrar Kahire’deyim. Defalarca yaptığım gibi tekrar Nil’in üzerindeki köprülerden birinde güneşi batırmaya gidiyorum. Daha sonra yolum Sinai Yarımadasına doğru olacak. St. Katherina Manastırını görüp Ürdün’e geçmeden önce Kızıl Deniz kıyılarında bir suya atlama molası var, ama maalesef Sharm El Skaikh değil, Dahab (?)…

Sevgiyle ve sevgimle kalın hepiniz…

Dr. Faruk BUDAK

You don't have permission to register
Open chat
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?