Şimdiye kadar gidemediğimiz yerler var ama gidemeyeceğimiz hiçbir yer yok.

Yeter ki siz isteyin.

Lütfen Gitmek İstediğiniz Destinasyonu Girin

Sosyal Medya Hesaplarımız

TOP
Image Alt

MAYA SPİRİTUALİZMİ

MAYA SPİRİTUALİZMİ

Batı Afrika ülkesi Mali’nin Bandiagara Kayalıklarında ilkel şartlar altında yaşayan Dogon kabilesini ilk ziyaretim öncesinde “sanırım yine sıradan bir kabileyi ziyaret edeceğim” diye düşünüyordum ama ruhani inanışları ve kendilerinin anlattığı “Yaratılış Hikâyesi” hakkında okudukça, sıradanlığın çok ötesinde, çok müstesna bir kabileyi ziyaret edeceğimi hissetmeye başlamıştım. Atalarının, Sirius Gezegeninden gelen ziyaretçiler olduğunu 1930larda uzun uzun bir Fransız antropoloğa anlatmışlar, kanıt olarak ta Sirius’un tek bir gezegen olmadığını, iki kardeşi daha olduğunu söylemişlerdi. 1990’ların sonlarında çok güçlü teleskoplar sayesinde Sirius B ve C’nin varlıklarının keşfedilmesiyle, tüm bu anlatılanların birer uydurmaca olduğu düşüncesi yerine tüm bilim adamlarını Dogonların söylediklerine daha iyi kulak verilmesi gerekliliğine yöneltiyordu.

İslam’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de defalarca –hiçbirinin adı söylenmeksizin- yıldızlardan bahsedilmesine rağmen sadece ve sadece Sirius’un isminin verilerek bahsedilmesi (Arapça ismi ile Şira Yıldızı) de bir tesadüf müydü?

Bilim adamlarının eski Türk destanlarında geçen, “Gökteki köpek, ipini kopardığında Dünyanın da sonu gelecek” ifadesinin altında yatan şifreyi, Büyük Köpek Takım Yıldızında yer alan Sirius’un binlerce sene sonra iç enerjisini tüketerek dağılıp yok olması sonucunda, onun etki alanında tuttuğu Dünya gezegeninin de sonunu getirecek” şeklinde yorumlamaları, Dogonlar gibi Eski Türklerin de bu bilgiyi nasıl edindiğini sorusu uzun zamandan beri kafamı kurcalıyordu… Daha sonra keşfedilen yenidünya Amerikalardaki iki eski büyük uygarlık, İnkalar ve Mayalar ile birçok Kızılderili kabilesi bu konularda neler diyordu sorusunu sorgulamaya başladığımda ilk olarak 1970lerde büyük tartışmalara yol açan Erich Von Daniken’in efsanevi “Tanrıların Arabaları” kitabını seneler sonra ikinci kez okuma ihtiyacını duymuştum. Daniken de bugünkü Meksika sınırları içerisinde kalan eski Maya kentlerindeki buluntulardan uzun uzun bahsetmekteydi.

Mayaların yaşadığı topraklara yapacağım dört haftalık ilk gezimi özellikle Meksika’nın Yukatan Bölgesi ile Guatemala ve Belize’deki antik Maya kentlerine yoğunlaştırmıştım ama daha yolculuğun çok öncesinde bile beni en çok heyecanlandıranlar, Yukatan’da tropik ormanın derinliklerinde on üç yüzyıl boyunca saklı kalmış Palenque ile Chichen Itza kentleriydi.

Palenque Antik Kentini birlikte dolaşacağımız rehber ile otelin lobisinde ilk karşılaştığımızda, yaşlı ve sıcakkanlı bu insanın bana anlatacağı çok şeyler olduğunu hissediyordum. Yanılmamışım. Palenque’nin girişindeki ilk piramidal mezarın – Kızıl Kraliçenin Mezarı- önünde rehberimin aslında bir şaman olduğunu öğreniyordum. Hemen yanında inşa edilmiş, üzerine çıkışın yasak olduğu Yazıtlar Tapınağı’nın yan tarafındaki yürüyüş yolu boyunca sıralanmış onlarca turistik eşya satıcılarının birinden, özellikle eski bir çizimin kumaşa boyanmış replikasını seçip göğe doğru yönelmiş karmaşık figürleri yorumlamaya çalışmamı istemişti.

Zorlandığımı görünce, satıcının elinde tuttuğu resmi tam olarak doksan derece çevirmesini istediğinde bilmece çözülüyor. Kimilerine göre arkasından ateş ve dumanlar çıkaran özel bir taşıtı kullanan koruyucu başlıklı bir adam, kimilerine göre ise bir uzay aracını yöneten Kral Pakal. İslamiyet’in yeni yeni yayılmaya başladığı dönemlerde, gezegenin diğer bir yöresinde, bu coğrafyada güçlü bir Maya Krallığı yaratmış olan Pakal’ın daha sonradan oğlu tarafından babası için inşa ettirilen muhteşem tapınaktaki mezar kapağının üzerindeki figür. Bu çizimi, yıllar önce ilk kez Daniken’in kitabında gördüğümü anımsıyorum.

Artık yanımdaki Şaman ile kentin görünen yüzündeki tapınak, saray, mabet kalıntıları gibi mimari detaylar yerine, görünmeyen yüzünde en derinlerdeki “Maya kimdi, nereden geldiler ve nasıl kaybolup gittiler” sorularının gerçek cevaplarını rahatça konuşabilirdik. Pakal’ın Sarayının kalıntılarının arka tarafında, Mayaların kutsal top oyunu sahasına (ball game court) bakan yüzdeki sonsuz gibi görünen merdivenlerde gölge bir yere oturuyoruz ve anlattıklarını dinliyorum.

“Atlantis Kıtasının yok oluş mitosu, antik Mısır kaynaklarında, Hinduların kutsal kitabı Mahabbarata’da, birçok Amerikan Kızılderili kabilesinin sözel “Yaradılış Hikâyesi”nde, Gılgamış Destanında uzun uzun yer alır. Atlantis, Maya kültüründe de karşımıza çıkar. Mayalar, kendi başlangıçlarını, atalarının geldiği yer olan Atlantis olarak görürler. Bu nedenle Mayalar için Atlantis çok önemlidir. Atlantis’in Okyanusun derinliklerine gömülüp yok oluşu sırasında sağ kalabilen seçilmiş bazı gruplar, birer rahip önder sayesinde büyük felaketten kurtularak bugünkü Mısır, Peru, Meksika, Guatemala gibi coğrafyalara ulaşmayı başardılar. Orta Amerika’ya ulaşanlar, geldikleri bu yeni topraklara “seçilmiş insanların yurdu” anlamını gelen “Mayab” adını verdiler. Maya, işte bu seçilmiş, yükselmiş, aydınlanmış, erdemli, kâmil insanlara verilen bir addır. Aslında spirituel açıdan yükselmeyi başarabilmiş herkes birer “Maya”dır. Budist felsefeye göre yaşam-ölüm çarkından kurtulup Nirvana’ya ulaşabilmiş herkes birer Buda olduğu gibi Maya inancına göre de herkes birer Maya olabilir. Maya, dünyasal kalıplarını aşmış, kozmik düzeyde spirituel bir varlıktır.”

“Senin geldiğin çok uzaktaki coğrafyalarda ortaya çıkmış Hindu kozmolojiye göre, insanoğlu her zor duruma düştüğünde, gezegenimizde kötülüğün egemen olduğu dönemlerde Yüce Tanrı Vişnu, bir başka reenkarnasyonuyla Yeryüzüne inerek Dünyamızı ve insanoğlunu kötülüklerden kurtarmıştır. Vişnu’nun neredeyse tüm betimlemelerinde yanında özel taşıt aracı “Garuda” da yer almaktadır. Maya spiritüalizmi de, aynen Hindu kozmolojisi gibi, Dünyamızın her zor duruma düştüğünde “Göklerden Gelen Tanrılar” tarafından ziyaret edildiğini, hatta bu yüce varlıkların Samanyolu Galaksisindeki Sirius, Venüs, Andromeda gibi yıldızlardan geldiklerini söyler. Çoğu zaman, görevlerini tamamladıktan sonra yine geldikleri gibi kendi araçları ile geri dönmüşlerdir. Bazıları da Dünya atmosferinde ölümsüz olamayacaklarını bilmelerine rağmen burada kalmayı tercih etmişlerdir.”

“Bizler, kozmik bakış açısı ile baktığımızda sadece bu gezegende yaşayan varlıklar değiliz. Birer avatarımız da farklı gezegenlerde, Evren’in diğer köşelerinde varlıklarını sürdürmekteler. Gerçek bir Maya, bu kozmik ailenin bir parçasıdır.” deyince aklıma uzun seneler önceki ilk Hindistan gezimde, Hinduların kutsal kenti Varanasi’nin Ganj Irmağı kıyısındaki daracık sokaklarından birinde gördüğüm bir duvar yazısı geliyor, “Kozmik Yurttaş” (Cosmic Citizen)…

“Uzakdoğu inançlarına göre insan vücudunda omuriliğin uç noktasından başlamak üzere toplam yedi adet enerji merkezi vardır. Bunu sen de iyi biliyorsun. Çakra adını verdiğimiz bu merkezlerin fonksiyonlarını sağlıklı olarak yerine getirememesi, insan vücudunun birçok hastalık, rahatsızlıkla boğuşmasına neden olur. Hele yaşadığımız şu çağda, sizin yediğiniz besinlerin içerisindeki kimyasallar, toksinler, vücudun binlerce yıldır tanımadığı maddeler bu çakraların düzgün işleyişini engelleyecek, çakralar kapanmaya başlayacaktır. İşte bu çakraların temizliği, arındırılması, açılması bizler için çok önemlidir. Ancak bu sayede birer “Maya olma” yolunda ilerleyebiliriz. Başımızın hemen üzerindeki yedinci enerji merkezi de bizim Kozmik Evrenle, Yüce Tanrıyla iletişimimizi sağlayan bağlantı noktamızdır. Tüm enerji merkezlerinin açıklığı ve toksinlerden arındırılmış bir insan vücudu, ruhsal bilgelik yolunda ilk önemli adımdır.”

“Aydınlanma yolculuğu, buna hazır olmak ve bireyin kendi içine dönerek içinden gelen sesini, ruhunun sesini dinlemesi, Tanrının kutsal enerjisini hissetmesi ile başlayabilir. Ve herkes bir gün bu yolculuğu tamamlayarak aydınlanacak, yüksek erdem sahibi bir insan varlığına dönüşecektir”…

“Bize göre ölüm, her şeyin sonu, bu gezegene veda etmek değildir. Ruhsal varlığın tekrar bedenlenip yeni deneyimler yaşayabilmesi, varlığın tekâmül edebilmesi için önce ölmesi gerekiyor. Ölüm, sadece yeni bir başlangıçtır. Bir ölüm, yeni bir hayata kapı açar. Bir kapının kapanması da yeni bir kapının açılışı demektir. Bu döngü, diğer kozmik aile bireylerimiz arasında devam eder durur”…

“Sanırım, Maya ülkesindeki yolculuğunun bundan sonraki bölümünde Chichen-Itza’yı da ziyaret edeceksin. Burası, Mayaların Kozmik Üniversitesinin olduğu en önemli Maya kentlerinden biriydi. Bu kutsal kentteki en önemli dini yapı da, kentin ortasındaki “Yüce Kutsal Işığın Tanrısı Kukulkan’ın Piramidi”dir. Bizler, her ekinoksta Kukulkan’ın geri döndüğüne, bu kutsal yapı üzerinde Dünyaya geri geldiğine inanırız. Bu özel yapının en üstündeki oda, çok önemli Kozmik bilgilerin saklandığı, kutsal enerji dolu bir mekândı. Kentin altın çağında sadece en yüksek rahiplerin girebildiği bu özel yerde, seçilmiş rahipler maddesel bedenlerinden ayrılarak spirituel varlıklarıyla Kozmosun derinliklerine yolculuk yapabiliyor ve Kukulkan’ın Kutsal Enerjisi ile birleşiyorlardı. Kukulkan, bizlere toprağı işlemeyi, tarım yapmayı, çanak çömlek yapmayı, madenleri ısıtıp işlemeyi, hayvanları ehlileştirmeyi öğretti. Bizlere, günah işlemeyi, öldürmeyi, hırsızlık yapmayı yasakladı. İşte bu yüzden ekinokslar, dinsel seremonilerle bir kez daha kutsal Maya benliğimizi hatırlamaya çalıştığımız önemli günlerdir.”

“Evet dostum, madde gelip geçicidir, dönüşür ama içteki öz, o gözlemci varlık hep sabit kalır. Sizin ünlü üstadınız Celalettin Rumi’nin dediği gibi “Neyi arıyorsan sen o’sun””

Dr. FARUK BUDAK

You don't have permission to register
Open chat
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?