YANGON / MYANMAR (BURMA)
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE UZANAN KÖPRÜDE ADIM ADIM 14 AY
ASYA – AFRİKA 2002 – 03
Myanmar ya da eski ismiyle Burma’nın başkenti Yangon’dan ya da onun da eski ismiyle Rangoon’dan Merhabalar… (Kusura bakmayın her ikisinin de eski ismini yazdım hatırlayanlarınız vardır bu isim değişikliği milletvekillerimizin engin bilgisinden dolayı Hürriyet’e manşet olmuştu).
Gezinin 4ncü ayında her dakikası dopdolu, her dakikasından müthiş keyif aldığım harika bir 15 gün geçirdim bu güzel ülkede. Bazı zorunluluklardan dolayı sadece iki haftaya sığdırmak zorunda kaldım. Zaten Güneydoğu Asya’yı hep ikinci vatanım olarak görmüşümdür. Burada yaşadığım bazı olaylar bunu bir kez daha kanıtladı. Sanki evimdeymişim gibi rahat ve sakin bir şekilde dolaştım, gezdim, gördüm.
Aslında farkettiniz mi bilemiyorum ama rotamda ciddi bir değişiklik yapmak zorunda kaldım. Bu, tabi ki benim dışımda gelişen bir olay. Bu gezide görmeyi en çok arzuladığım yerlerden birisi de Tibet’ti. İlk kez yeşil pasaport sahibi olmamın yararını değil zararını gördüm ve belki de bu nedenle Tibet’e giremedim. Ankara ve İstanbul’daki Çinli yetkililer yeşil pasaport sahibi olduğum için her ne kadar Çin’e vizesiz girebileceğimi ve 90 güne kadar kalabileceğimi söyledilerse de Nepal-Tibet sınırında bunun işlemeyeceğini çok çok önceden tahmin ediyordum. Hani “Abdal’a malum olur” derler ya, bana da malum olmuştu bu sınır geçişinde bir problem yaşayacağım. Hem Katmandu’daki seyahat acenteleri, hem Katmandu’da karşılaştığım Nasuh Mahruki “mutlaka vize almalısın” deyince teşebbüse geçtim.
Çin Hükümeti, Tibet’in 1959da Çinliler tarafından işgali sonrası ve özellikle son dönemlerde gelişen bazı politik nedenlerden dolayı yabancı turistlerin Nepal’den Tibet’e tek başına girişlerine müsaade etmemekte, ancak turist gruplarına vize ve giriş izni vermekte. Bir seyahat acentesinin turu ile Lhasa’ya gidip oradan yalnız başına Pekin’e doğru devam etme fikrim vize görevlilerince, “Türk vatandaşları ancak Türkiye’den vize alabilirler” gerekçesi ile red edildi. Bu sefer sadece tek bir firmanın uçtuğu Lhasa-Katmandu hattında tekelci Southwest China Airlines ile Katmandu’ya tekrar geri dönmeyi -müthiş fiyat farkına rağmen- kabul edip grup vizesi başvurusunda bulunmam da bir işe yaramadı. Benle aynı grupta olan beş Avrupalının vizeleri verilmesine rağmen benimki verilmedi. Bunda belki de Ankara Emniyetindeki polislere o kadar rica etmeme rağmen pasaportuma ingilizce olarak “retired colonel” yazmalarının önemli bir rolü var. Kısacası, sıradan mavi pasaportlu birisi olsaydım bu vizeyi rahatlıkla İstanbul ve Ankara’da alabilecek ve Tibet’e rahatlıkla girebilecektim.

Tamamen karadan yapmayı planladığım gezim ikinci defa kesintiye uğruyor. Tekrar aynı şeyi söyleyeceğim (kusura bakmayın) “Abdal’a malum olur” derler ya, çok önceden bu gezinin iki yerde zorunlu olarak kesintiye uğrayacağını ve rotada ani değişiklikler yapmak zorunda kalabileceğimi hissediyordum. İkincisini de yaşadığıma göre, bu olay bundan sonra böyle bir şey olmayacak anlamına geliyor sanırım.
Ama “gerçekten herşeyde bir hayır vardır”. İnsanın yaşadığı negatifliklerdeki pozitifliği görebilmesi çok çok önemli. Tibet yerine müthiş bir Burma yaşadım. Kusura bakmayın ben Myanmar yerine Burma diyeceğim (çünkü eskiden de böyle diyordum ?). Burma’ya karadan giriş olmaması ve uçmak zorunda olmam nedeniyle gezi rotamda yer almamıştı ama Tibet ve Çin için ayırdığım zamanı bu ülkeye ayırma fikri oldukça hoştu. Zaten Güneydoğu Asya’ya karadan gidemediğime göre uçmam gerekiyordu. Şansım yardım etti. Aslında iki iş gününde alınabilen Burma vizesini, Katmandu’daki vize görevlilerine “araya haftasonu giriyor ve dört gün kaybediyorum, bu dört günü ülkenizde geçirmek isterim” şeklinde ricada bulununca 24 saatte alıp Bangkok üzerinden Yangon’a uçtum.
1960lı yıllardan beri askeri bir yönetimle yönetilen ve dış dünyaya oldukça kapalı olan, hatta Dünya Kupası maçlarını bile uydu antenlerle Tayland televizyonundan seyredebilen Burma, tüm bu olumsuzluklarına rağmen o bozulmamışlığıyla, inanılmaz derecede sıcakkanlı ve güler yüzlü insanlarıyla, müthiş güzellikleriyle beni kendisine hayran bıraktı.
Burma’yı gezerken hep bir şeyin peşinde de koşuyor, aslında onu arıyordum. Şansım mı desem yoksa başka şeyler mi desem yardımcı oldu ve sonunda o aradığımı buldum. Bundan ilerideki parağraflarda bahsedeceğim. Şimdi biraz Burma…
Bagan… Muhteşem bir yer. Yeryüzünde böylesine sanki uzayda bir gezegendeymişim hissini verebilecek çok çok az yer vardır. Yeşilliklerin arasında göğe doğru sivrilmiş bir şekilde yükselen, neredeyse 6 kilometreye 4 kilometrelik bir alana yayılmış kiremit renkli yüzlerce pagoda (Budist tapınağı) ve onların arasında altın rengine boyanmış yine aynı mimaride başka pagodalar. İnanılmaz bir görüntü.
İnle Lake… Dilerim ki hepiniz bir gün buraya gider ve Ann’s Restoran’da bir yemek yersiniz (Balık demiyorum bazı finansçı arkadaşlar kızıyo…). Gölün üzerinde domates yetiştiriliyor, hem de tonlarca. Gölün üzerinde köyler, yüzen pazarlar, ipek dokuma atelyeleri, gümüş atelyeleri, puro atelyeleri… ne kadar çalışkan bu insanlar inanılmaz… Ve yaşam suyun üzerinde devam ettiğinden köylülerin sağ ayaklarını kullanarak kürek çekmeleri…

Kyaikto’daki Golden Rock.. Burmalı budistlerce en kutsal kabul edilen hac yerlerinden birisi. 4-5 metre yüksekliğindeki yuvarlak biçimli kaya kütle çok hassas bir dengede sadece bir noktada temas ederek bir yanı boşluk olan büyük bir kütlenin dibinde duruyor. Üzerinde tamamen altın küçük bir stupa var. Budist hacılar, bu kayaya sigara kağıdı kadar inceltilmiş altın levhalar yapıştırıyorlar. Gerçi durmaksızın yağan yağmur nedeni ile bu ritüelleri görme imkanım olamadı ama bu kutsal yeri 2,5 saat yağmur altında kalarak ziyaret etmiş olmak bile bu gezideki önemli hedeflerden birini de görmüş olmam anlamına geliyor.
Yangon ve Mandalay’dan uzun uzun bahsetmiyorum. Ülkenin iki önemli büyük şehri. Pagodaları ve nehir kıyıları ile beni çok etkilediler. Mandalay’da nehir kenarında belki yüzyıllar öncesinde nasıl yapılıyorsa hala öylesinde devam eden ticaret, teknelerin yüklenmesi, boşaltılması görülmesi gereken bir olay.
Mingun, eski kralllık merkezlerinden biri ve harika bir yer.
Gelelim Burma’da beni hayrete düşüren ve peşine düştüğüm şeyin ne olduğuna. Nepal’de olduğum sırada aldığım ve şu an web sitesinin Soru-cevap bölümünde de yer alan bir soru “bu gezi programında Burma’nın niçin yer almadığı” şeklindeydi ve Burma’daki esir türk askerlerinin mezarlığından bahsediyordu. O zaman işin bu detayına dikkat etmemiştim. Burma’da internet yasak olunca tekrar siteye girme imkanım da yoktu. Ne kadar şanslıyım ki, daha ilk günde gözlüğümün camı çıktı ve gittiğim dükkandakiler son derece aydın müslüman yaşlı Burmalı insanlardı. Türkiye’den olduğumu öğrendiklerinde Phin U Lwin’e gitmemi, burada bir Türk mezarlığı olduğunu söylediler. Elimdeki rehber kitap, İngilizlerle Birinci Dünya Savaşı sırasında esir aldıkları Türk askerlerinin burada inşa ettiği binaların ve botanik bahçesinin görülmesi gerektiğini yazıyordu. Mandalay’den Phin U Lwin’e gittim ama maalesef orada bir mezarlık yoktu. Yine ne kadar şanslıyım ki kaldığım otelin müslüman sahibi beni tanıdığı çok yaşlı bir insana götürdü. Ve büyük tesadüf bu insan günümüz koşullarında buradan 17 saat uzaklıktaki Aung Lan’e 1935de gitmiş ve orada mezarlığı görmüş. Sonuçta, orada da uzun aramalar sonucu mezarlığı buldum (Anıttaki kitabenin fotografını bir süre sonra gruba göndereceğim). Genelde 1916 yılının Mart Nisan aylarında bu topraklarda hayatlarını kaybetmişler. Tarihlerin bu kadar yakın olmasının nedeni belki de sıtmaya yakalanmış olmaları olabilir. Benim için bu gezideki çok özel anlardan biriydi orada yaşadıklarım ve devamında olanlar…
Sevgiyle ve sevgimle kalın hepiniz…
Dr. Faruk BUDAK